Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, ceza muhakemesi hukukunda sanığın suçluluğuna dair şüphe bulunduğu durumlarda, bu şüphenin sanık lehine yorumlanması gerektiğini ifade eden temel bir prensiptir. Latince'de "in dubio pro reo" olarak ifade edilen bu ilke, suçun işlendiğine dair şüphenin yenilememesi durumunda sanık hakkında beraat kararı verileceğini öngörür. Bu ilke, adil bir yargılamanın vazgeçilmez unsurlarından biridir ve hukuk devleti anlayışının doğal bir sonucudur.
İlkenin temelinde, suçsuz bir kişinin cezalandırılmasının, suçlu bir kişinin cezasız kalmasından daha büyük bir adaletsizlik olduğu düşüncesi yatar.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, modern ceza muhakemesi sistemlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Demokratik hukuk devletlerinde, bireylerin özgürlüğü ve hakları ancak kesin kanıtlarla sınırlandırılabilir. Bu bağlamda, şüpheden sanık yararlanır ilkesi, sanığın temel haklarının korunmasını sağlayarak yargılama sürecinin adil bir şekilde yürütülmesine katkıda bulunur.
Türk hukuk sisteminde de büyük öneme sahip olan bu ilke, yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gereken bir rehber niteliğindedir.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, masumiyet karinesinin doğal bir uzantısı olarak kabul edilir. Masumiyet karinesine göre, bir kişi kesinleşmiş mahkeme kararına kadar suçsuz sayılır. Bu karine, Anayasa'nın 38. maddesinde "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz" şeklinde ifade edilmiştir.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, masumiyet karinesini tamamlayarak, yargılamada şüphenin varlığının sanık lehine yorumlanması gerektiğini ortaya koyar. Böylece, kesin delillere dayanmayan mahkumiyet kararlarının önüne geçilmiş olur.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, uluslararası insan hakları belgelerinde doğrudan veya dolaylı olarak yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin 2. fıkrasında yer alan "Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır" hükmü, bu ilkenin temelini oluşturur. Benzer şekilde, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 11. maddesinde de "Kendisine bir suç isnat edilen herkes, savunması için gerekli olan tüm garantilerin tanındığı açık bir yargılama ile yasaya göre suçlu olduğu tespit edilmedikçe, masum sayılır" denilmektedir.
Bu uluslararası belgeler, şüpheden sanık yararlanır ilkesinin evrensel bir değer olarak kabul edildiğini göstermektedir.
Türk Anayasası'nda şüpheden sanık yararlanır ilkesi açıkça belirtilmemekle birlikte, bu ilkenin dayanağını oluşturan masumiyet karinesi Anayasa'nın 38. maddesinin 4. fıkrasında düzenlenmiştir: "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz."
Anayasa Mahkemesi de birçok kararında, şüpheden sanık yararlanır ilkesinin hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğunu ve temel hak ve özgürlüklerin korunması bakımından büyük önem taşıdığını vurgulamıştır. Örneğin, 2014/26 E. 2014/78K. sayılı kararında Anayasa Mahkemesi, "...hükümlülerin henüz işleyip işlemedikleri belirli olmayan bir suçtan dolayı suçlu olarak nitelendirilmelerine yol açıp Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenen suçsuzluk karinesi ile bağdaşmamaktadır" diyerek ilkenin önemini vurgulamıştır.
Ceza Muhakemesi Kanunu'nda şüpheden sanık yararlanır ilkesi açıkça düzenlenmemekle birlikte, bu ilkenin uygulanmasını gerektiren çeşitli hükümler bulunmaktadır. Bu bağlamda, CMK'nın 223/2-e maddesi özel bir önem taşır. Bu maddeye göre, "Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması" halinde beraat kararı verilir.
CMK'nın 217. maddesinde de "Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir" ve "Hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir" hükümleri yer almaktadır. Bu hükümler, şüpheden sanık yararlanır ilkesinin uygulanmasına zemin hazırlamaktadır.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, adil yargılanma hakkının korunmasında kritik bir role sahiptir. Bu ilke sayesinde, sanıkların kesin delillerle suçluluğu ispatlanmadan cezalandırılmasının önüne geçilmektedir. Adil yargılanma, her şeyden önce maddi gerçeğe ulaşmayı amaçlar ve şüpheden sanık yararlanır ilkesi, bu amaca hizmet eder. Sanığın lehine olan şüphenin göz ardı edilmesi, adil bir yargılamadan söz edilmesini imkânsız kılar.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2018/433 E. kararında belirtildiği gibi: "Mahkeme, eylemi sanığın gerçekleştirip gerçekleştirmediği konusunda vicdani bir kanaate varamıyor ise veya bu hususta bir şüphe varsa ve bu şüphe yenilemiyorsa, sanığın o fiili gerçekleştirmediği kabul edilecektir."
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, masumiyet karinesini pekiştiren ve tamamlayan bir işleve sahiptir. Masumiyet karinesi, sanığın kesinleşmiş bir mahkeme kararına kadar suçsuz sayılmasını gerektirirken, şüpheden sanık yararlanır ilkesi, şüphenin sanık lehine yorumlanmasını sağlayarak bu karineyi güçlendirir. Bu iki ilke birlikte, sanığın temel haklarının korunmasını ve adil bir yargılama yapılmasını garanti altına alır.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, delillerin sanık aleyhine yorumlanmasını engeller ve vicdani kanaatin oluşmasında hakimlere rehberlik eder.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, hukuk devleti ilkesinin vazgeçilmez bir unsurudur. Hukuk devleti, temel hak ve özgürlükleri korur ve keyfi uygulamalara karşı bireyleri güvence altına alır. Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, bireylerin özgürlüklerinin ancak kesin delillerle sınırlandırılabileceğini ortaya koyarak, hukuk devleti ilkesini güçlendirir.
Bu ilke, aynı zamanda yargı organlarının keyfi kararlar vermesini engelleyerek, hukukun üstünlüğü prensibinin hayata geçirilmesine katkıda bulunur.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, maddi gerçeğin tespitinde önemli bir rehber niteliğindedir. Ceza muhakemesinin temel amacı maddi gerçeğe ulaşmaktır ve bu amaca ancak hukuka uygun yollarla elde edilmiş delillerle varılabilir. Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, maddi gerçeğe ulaşma sürecinde şüphenin sanık lehine yorumlanması gerektiğini ortaya koyarak, haksız mahkumiyet kararlarının önüne geçer.
Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nin 2019/7225 E. kararında belirtildiği gibi: "Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan 'şüpheden sanık yararlanır' ilkesi uyarınca, sanığın üzerine atılı suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesidir."
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, suçun unsurlarının belirlenmesinde de uygulanır. Bir fiilin suç teşkil edip etmediği, hangi suçu oluşturduğu veya suçun nitelikli hallerinin bulunup bulunmadığı konusunda şüphe varsa, bu şüphe sanık lehine yorumlanmalıdır. Örneğin, hırsızlık suçunun gece vakti işlenip işlenmediği konusunda kesin delil yoksa, suçun gündüz işlendiği kabul edilir.
Yargıtay 17. Ceza Dairesi'nin 2017/429 E. kararında, "suçun saat 17.57'den sonra işlendiğine ilişkin bir delilin bulunmadığı, 'Şüpheden sanık yararlanır' ilkesine göre suçun gündüz vakti işlendiğinin kabulü gerekir" denilmiştir.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, delillerin değerlendirilmesinde hayati bir öneme sahiptir. Bu ilke uyarınca, mahkeme, önüne gelen delilleri değerlendirirken şüpheyi sanık lehine yorumlamalıdır. Deliller arasında çelişki bulunması, delillerin yetersiz olması veya delillerin hukuka aykırı yollarla elde edilmesi durumunda, sanığın beraatine karar verilmelidir.
Yargıtay 6. Ceza Dairesi'nin 2021/24042 E. kararında, "diğer sanığın atfı cürüm niteliğindeki beyanları dışında, cezalandırılmasını gerektirir her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği" gerekçesiyle sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerektiğine hükmedilmiştir.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, hafifletici nedenlerin uygulanmasında da kendini gösterir. Haksız tahrik, meşru savunma, zorunluluk hali gibi cezayı azaltan veya ortadan kaldıran nedenlerin varlığı konusunda şüphe varsa, bu şüphe sanık lehine yorumlanarak ilgili hükümlerin uygulanması gerekir. Bu yaklaşım, adil bir cezalandırma sisteminin temel gereklerinden biridir.
Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nin 2017/225 E. kararında, "haksız tahrik hükümlerinin uygulanması açısından ilk haksız eylemin kimden kaynaklandığının araştırılması, tespit edilemediği takdirde şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereği sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiği" belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi, birçok kararında şüpheden sanık yararlanır ilkesinin önemine vurgu yapmıştır. Bu ilke, Anayasa'nın 38. maddesinde düzenlenen masumiyet karinesi ile doğrudan ilişkilidir ve Anayasa Mahkemesi, bu ilişkiyi kararlarında sıkça vurgulamaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin 2014/26 E. 2014/78K. sayılı kararında, henüz işleyip işlemedikleri belirli olmayan bir suçtan dolayı kişilerin suçlu olarak nitelendirilmelerinin suçsuzluk karinesi ile bağdaşmadığı belirtilmiştir.
Bu kararla Anayasa Mahkemesi, şüpheden sanık yararlanır ilkesinin anayasal bir zorunluluk olduğunu ortaya koymuştur.
Yargıtay, birçok kararında şüpheden sanık yararlanır ilkesine atıfta bulunmuş ve bu ilkenin uygulanmasına ilişkin önemli içtihatlar oluşturmuştur. Yargıtay, sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi için, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda, "yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir" ifadesi, birçok Yargıtay kararında yer almaktadır.
Yargıtay, özellikle delillerin yetersiz olduğu veya çelişkili olduğu durumlarda, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince beraat kararı verilmesi gerektiğini belirtmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), birçok kararında şüpheden sanık yararlanır ilkesinin adil yargılanma hakkının temel bir unsuru olduğunu vurgulamıştır. AİHM, bu ilkenin masumiyet karinesi ile birlikte düşünülmesi gerektiğini ve şüphenin sanık lehine yorumlanmasının adil yargılanma hakkının bir gereği olduğunu kabul etmektedir.
AİHM'in Minelli-İsviçre davasında, sanığın suçluluğu yasal olarak saptanmadan önce ve özellikle kendisinin savunma hakkına sahip olmadan onun suçlu olduğu hissini telkin eden adli bir kararın masumiyet karinesinin ihlali olduğu yönünde karar vermesi, şüpheden sanık yararlanır ilkesinin uluslararası boyutunu göstermektedir.
AİHM, ayrıca, delillerin hukuka aykırı yollarla elde edilmesi durumunda, bunların yargılamada kullanılmasının adil yargılanma hakkını ihlal edebileceğini belirtmektedir.
CMK m.223/2-e'ye göre, "yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması" halinde beraat kararı verilir. Bu hüküm, şüpheden sanık yararlanır ilkesinin doğrudan bir yansımasıdır. Sanığın suçu işlediği kesin olarak ispat edilemediğinde, şüphe sanık lehine yorumlanarak beraat kararı verilmelidir.
Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nin 08.11.2023 tarihli, 2021/16414 E. ve 2023/23844 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, "gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz."
Bu ilke, yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gereken bir rehber niteliğindedir.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, özellikle yeterli delil olmadığı durumlarda uygulanır. Sanığın suçu işlediğine dair kesin ve inandırıcı delillerin bulunmaması durumunda, mahkeme beraat kararı vermelidir. Bu, adil yargılanma hakkının ve hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir.
Yargıtay 6. Ceza Dairesi'nin 2021/4342 E. 2021/20043 K. sayılı kararında, sanıkların üzerlerine atılı suçlamaları tüm aşamalarda reddettiği ve suçlamaları destekleyecek kesin deliller bulunmadığı gerekçesiyle, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereği sanıkların beraatine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, genellikle kovuşturma evresinde uygulanmakla birlikte, soruşturma evresinde de belirli ölçüde dikkate alınmalıdır. Soruşturma evresinin amacı, suç şüphesinin yeterli olup olmadığını tespit etmek ve kamu davası açılmasına gerek olup olmadığına karar vermektir. Bu evrede, şüpheden sanık yararlanır ilkesi, koruma tedbirlerinin uygulanması ve delillerin toplanması aşamasında önem kazanır.
Özellikle tutuklama gibi ağır sonuçlar doğuran koruma tedbirlerine karar verilirken, şüphenin varlığı göz önünde bulundurulmalı ve şüpheli lehine yorum yapılmalıdır.
Soruşturma evresinde savcılık makamı, toplanan delilleri değerlendirirken şüpheden sanık yararlanır ilkesini doğrudan uygulamak zorunda değildir. Çünkü CMK m.170/2'ye göre, "soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler." Burada aranan, "yeterli şüphe"dir ve bu, şüphenin tamamen ortadan kaldırılması anlamına gelmez.
Ancak, savcılık makamı delilleri değerlendirirken, hukuka aykırı delilleri dikkate almamalı ve şüphelinin haklarını gözetmelidir. Bu, şüpheden sanık yararlanır ilkesinin dolaylı bir yansımasıdır.
Cumhuriyet savcısı, soruşturma sonunda toplanan delillerin suçun işlendiği konusunda yeterli şüphe oluşturduğu kanaatine varırsa iddianame düzenler. Bu aşamada, şüpheden sanık yararlanır ilkesi doğrudan uygulanmaz, çünkü iddianame düzenlenmesi için aranan "yeterli şüphe" standardı, mahkumiyet için aranan "her türlü şüpheden uzak, kesin delil" standardından daha düşüktür.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, iddianame düzenlenmesi yerine kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi durumunda dolaylı olarak etkisini gösterir. CMK m.172/1'e göre, "Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi halinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir."
Kovuşturma evresinde mahkeme, delilleri değerlendirirken şüpheden sanık yararlanır ilkesini dikkate almak zorundadır. Bu ilke, mahkemenin delilleri objektif bir şekilde değerlendirmesini ve şüpheyi sanık lehine yorumlamasını gerektirir. Mahkeme, deliller arasındaki çelişkileri, delillerin yetersizliğini veya delillerin hukuka aykırı yollarla elde edilmiş olup olmadığını değerlendirirken, şüpheden sanık yararlanır ilkesini göz önünde bulundurmalıdır.
Yargıtay 6. Ceza Dairesi'nin 2021/4719 E. kararında, suçun işlendiği zaman diliminin belirlenmesinde şüphenin sanık lehine yorumlanarak suçun gündüz vakti işlendiği kabul edilmiştir.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, hakimin vicdani kanaatinin oluşmasında önemli bir rehber niteliğindedir. CMK m.217/1'e göre, "Hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir." Bu hüküm, hakimin vicdani kanaatini oluştururken, şüpheyi sanık lehine yorumlaması gerektiğini öngörür.
Hukuki danışmanlık için İstanbul Kartal/Soğanlık'ta bulunan Akdemir Hukuk Bürosu'nu ziyaret edebilir veya 0 505 589 86 36 numaralı telefondan iletişime geçebilirsiniz. Ceza hukuku alanında uzman büromuz, sizlere hukuki destek sağlamaya hazırdır.
0 505 589 86 36